14 Haziran 2007 Perşembe

Avrupa’da Üretilmiş Sekiz Pestisit Risk Göstergesinin Karşılaştırılması Ve Değerlendirilmesi ile Gelecekteki Kullanımlarına Yönelik Öneriler

J. Reus, P. Leendertse, C. Bockstaller, I. Formsgaard, V. Gutsche, K. Lewis, C. Nilsson, L. Pussemier, M. Trevisan, H. Van der Werf, F. Alfarroba, F. Alfarroba, S. Blümel, J. Isart, D. McGarth, T. Sepälä


ÖZET

Avrupa’da kullanılan pestisit risk göstergelerine dair bilgilere, onların kullanımlarını düzenleyerek pestisitlerin çevreye oklan etkilerini düşürmek amacıyla ihtiyaç duyulmaktadır. Bu çalışma Avrupa’da şu an mevcut sekiz farklı pestisit risk göstergesini karşılaştırmak ve değerlendirmek amacıyla ve bu göstergelerin gelecekteki kullanımlarına ve uyumlaştırılmasına yönelik öneriler sunmak için yapılmıştır. Bu çalışmanın kaynağını CAPER (Pestisit risk göstergelerine dair ortak hareket) projesinin sonuçları oluşturmaktadır. İlk önce göstergeler ve onların metodolojisi karakterize edilmiştir. Tüm bu sekiz göstergenin göz önüne aldığı bölüm, ekiler ve çevresel etki değerlerini hesaplamada kullandığı metot farklılık göstermektedir. Bunların ardından belirlenmiş 15 pestisitin çevresel etki analizleri bu sekiz farlı risk göstergesi kullanılarak test edilmiş ve ortaya çıkan sonuçları karşılaştırılmıştır. Çevreyi bir bütün olarak ele aldığımız zaman bu sekiz farklı göstergenin değerleri farklı farklı oluşmuştur. Bu sonucun esas nedeni göz önüne alınan çevresel bölümlerin geniş çeşitliğidir. Buna rağmen ayrı ayrı bölümler olan yüzey suları, taban suyu ve toprak göstergeleri tüm 15 pestisit içinde aynı değerde olmuştur. Aktif maddenin kilogramına dair göstergeler çoğu risk göstergelerinin değerleri ile ilintilendirilmemektedir. Göstergeler pestisitlerin çevresel etkilerini düşürmede kullanışlı bir araç olarak görülmektedir. Çiftçi tercihli bir araç olarak göstergelerin bilimsel bir çerçevede geliştirilmesi yolunda uyumlaştırmaya ihtiyaç duyulmakta ve pestisit risk göstergelerinin Avrupa’da kullanımını artırmak gerekmektedir.

----------
Çeviri:
Orçun GÜRKAN


9 Haziran 2007 Cumartesi

Gelismekte Olan Ülkelerde IPM: Bir idealin Tehlikesi

S.MORSE & W. BUHLER

IPM ’in Benimsenmesi

IPM’in ortaya çıkışı hakkında ki genel görüş, sınırsızca kullanılan pestisitlerin ortaya çıkarttığı kriz sonrasında ortaya çıktığıdır. Krizi ilk yaşan çiftçiler olmuştur ancak onları takiben tüm insanları etkilemeye başlamış ve sorun karşısında acil bir çözüme gerek duyulmuştur.

Tabii şunu da önemli bir not olarak söylemeliyiz ki; IPM in ilk reklâmından etkilenen ne çiftçiler ne de politikacılar olmuştur; ilginçtir ki ilk bilim adamlarına sunulmuş ve inanılamayacak derecede etkili olmuştur.

İlk ortaya konulduğundan sonra 60’lı yıllarda entegre mücadele bitki koruma modelleri içinde en baskın-güçlü model olmuş ve halen bir devlet politikası olarak birçok gelişmiş ve gelişmekte olan ülkede kullanılmaktadır. Her ne kadar IPM gelişmiş ülkelerin yüksek girdili tarımsal sistemi kaynaklıda olsa, gelişmekte olan ülkeler için en uygun bitki koruma sistemi olarak zorla empoze edilmekteydi ki hatta tarihsel geçmişine baktığımızda öyle pekte yüksek denemeyecek bir pestisit kullanımına sahip olmasına rağmen.

Evet, bu konuda gelişmekte olan ülkelerde özellikle pamuk ihracatçısı olanlarının kimi tarım ekosistemleri için yoğun bir pestisit kullanımı düzeninin varlığından söz etmek doğru olsa bile diğer birçok tropiklerdeki tarımsal sistemlerin gelişmiş ülkelerde ki farklılıkları göz önüne alınınca pestisit kalıntısı miktarının minimal düzeyde olduğu görülmektedir. IPM en başından beri bu ülkelerde güçlü bir şekilde pazarlanmış ve kimi durumlarda yardımlarla desteklenmiştir. Bütün bunların ardındaki sebep ise en başta pestisit kullanım sistemini kırmaktır, fakat o kadar ilginçtir ki değinmeden geçemeyeceğiz kimi çiftçiler benzeri tarımsal problemlerle karşılaşmamış hatta ismini bile bilmemesine rağmen IPM adı altında öngörülen tedavileri seve seve kabul etmektedir.

Büyük olasılıkla IPM ’in genelde en çok kabul görme sebebi , “pestisit yönetimi” adı altında pestisit kullanımı azaltmak merkezli görüşlerdir.

IPM’in esasını pestisit uygulamaları için zarar-zararlı eşiklerinin belirlenmesi, çiftçilerin bu eşikleri kullanmasını sağlama ve yayım hizmetleri ile eşik bilgilerinin geniş bir kesime yayılması sağlamak oluşturmaktadır.

Tabii bu görüş IPM in gerçek idealinden uzak olmakla nitelendirilse de onu ortaya atanlar yinede bu ideale sahte bir bağlılık göstermektedirler.

Barfield ve O’Neil bu sözde IPM programlarının arazide son bulan belli sınırları olduğunu ve eşiklerin esnek olmaktan daha çok statik bir yapı sergilediğini ayrıca zararlı izlemenin çok az mevcut olduğunu ortaya koymaktadır.

Barfield ve Swisher, IPM ‘in farklı fikre sahip bir grubunun paydaşları olarak kendilerinin tanımıyla “Düşünce Okulları” başlığı altında 2 alt başlıkta incelemektedir IPM ’i:

1. Taktiksel IPM
2.
Stratejik IPM

Taktiksel IPM aslında pestisit esaslı bir yaklaşımdır. Retorikte tüm IPM zararlı-doğal düşman popülasyon dinamikleri, geniş ekosistem bilgisi ve bunların interreaksiyonları gibi ideallerini içerse de, ancak pratikte izlenen yolsa kabaca oluşturulmuş eşiklere göre uygulanan “pestisit yönetimi” olarak göz önüne serilmekte. Tabii ayrıca içerisinde zararlıların doğal düşmanlarını korumak en azından ölüm oranlarını azaltmak amaçlı basit önlemleri de içermektedir. Örneğin; seçici insektisitleri kullanmak veya arazi üzerinde ilaçlanmamış parseller bırakarak doğal düşmanların bu bölgelerde yerleşmesine olanak sağlamak gibi önlemler alınabilir.

Stratejik IPM ise IPM’in (Brader’in 1988 yılında ortaya koyduğu) o gerçek ruhunu daha çok koruyarak derin ve detaylı bir tarımsal ekoloji ve onun bileşenlerinin interreaksiyonları hakkında bilgi birikimine dayalı olarak uygulama yapanları nitelemektedir. Eğer bütün bu bilgiler sağlıklı bir şekilde özümlenirse ancak o zaman tamamlayıcı teknolojilerin uygulanmasının doğru olacağı belirtilmektedir.

Barfield ve Swisher önceki makalelerinden birinde bu stratejik IPM cilerin sayıca çok az olduğunu ve bunlara daha çok 1970’lerde rastlanıldığı belirtmektedirler.

Şöyle de toplanabilir bu anlatılanlar, stratejik IPM hep hayali kurulan hep arzulana şeklidir IPM’in, taktiksel IPM ise stratejik IPM’in detaylı yapısı nedeniyle hep uygulanan şekli olmuştur.

Tabii stratejik IPM ’de ki pestisit kullanımı konusu tartışmaya açık olmakla beraber önceden değinildiği gibi taktiksel IPM’in oldukça basit ve hiç de esnek olamayan eşiklerine karşın Stratejik IPM’in geniş bir ekoloji bilgisi dâhilinde kullanılacak bir uygulama olduğu göz önüne alınmalıdır.

Burada ki tartışma taktiksel yaklaşımın stratejik IPM sistemi içerisinde ki bir kilometre taşı olduğudur. Diğer bir ifade ile üstünlük nihai amaçta değil, oraya nasıl ulaşılacağı yönündedir. Stratejik sistemde geniş bir ekoloji bilgisi üzerine yoğunlaşılmışken, taktiksel sistem ise aynı amaçları benimserken bunu pestisit merkezli olarak görüp “hiç yoktan iyidir” mantık çerçevesinden görmektedir.

Diğer yandan, IPM’i nasıl ele alırsak alalım IPM’in çiftçiler tarafından geniş bir oranda benimsenmediği görülmüş ve bu da konu üzerinde birçok analiz yapılmasına sebep olmuştur. Kimileri gerçek IPM’in doğası gereği, hedefin kendisinin değişmekte olması nedeniyle çok etkili olamadığı konusunda tartışmıştır. Eğer Stratejik-Taktiksel IPM ordinat modelini düşünürsek; stratejik son, tarımsal ekosistemin gelişimine bağlı olarak sürekli olarak hareket etmektedir. Aynı anda taktiksel son ise daha basit istikrarlı bir yapı göstermektedir çünkü belirli bir amacı vardır. IPM yalnızca retorik bir felsefe olmaktan çok pratik olarak uygulanabilir de olmalıdır. Stratejik sonun sürekli hareketli sonu olduğu belki doğrudur ancak ulaşılmak istenen arzular bir sonuç olarak hiçte azımsanamaz.

Bütün bunlara rağmen IPM’in yaygınlaşmamış olması onun içerdiği kimi metotların da başarısız olduğunu göstermez. Bugün sayısız başarılı biyolojik kontrol uygulamalarını ve dayanıklı bitki çeşidi yetiştiriciliği uygulamalarını görmek mümkündür.

Bu gibi örneklerle karşılaştığımızda IPM’in benimsenmesinin az olmasının ardındaki sorunların ne olduğu sorusu kafamızı kurcalamaya başlıyor.

Gelişmekte olan ülkelerde bu yetersiz benimsemenin sebepleri sayısız, çok çeşitli ve kompleks olmakla beraber en yaygın açıklamayla “Pestisit Endüstrisine” yüklenilmekte ve onların hükümetler ve onlara bağlı kurumlar üzerindeki etkileri olarak nitelendirilmektedir. Hatta bu iş “Pestisit Lobisi” olarak adlandırılmıştır.

Bunlardan başka asıl problem yayım ve araştırma aşamasında göze çarpmaktadır. Bilim adamlarının, çalışma koşulları nedeniyle dar bakış açısına sahip olmaları -ki bunun sebebi yayın çıkartmak yönündeki baskılardır- ve aynı düzlemde, IPM bilim adamlarından ve sosyo-ekonomistlerden kurulu geniş bir takım halinde kişisel ve mesleki birikimlerini bir araya getirerek, genelde kabul görmüşlüğü çok az olan, inter-disipliner ve multi-disipliner bir şekilde çalışamamalarıdır. Tüm bunlara ek olarak IPM projelerini organize edecek, planlayacak, yönetecek, koordinasyonu sağlayacak yönetici veya yöneticilere ihtiyaç duyulmaktadır, fakat bilim adamlarının eğitimi genelde yönetim-yöneticilik derslerini kapsamamaktadır.

Gelişmekte olan ülkelerde çiftçilerin genellikle uzlaşılamaz ve yeni fikirlerin kabul etmekte isteksiz oldukları da söylenmektedir. Tabii gerçektende çiftçilerin tutucu ve uzlaşılamaz olup olmadıkları yenilikleri kabullenmek isteyip istemedikleri ayrıca tartışılabilir.

IPM’in karmaşık içsel yapısı kimi zamanlar benimsenmesini sınırlandıran bir faktör olarak ortaya konulmaktadır.

Tüm bu anlatılanlara bakarak, IPM’in, en azından, benimsenmesini ve yaygınlaşmasını engelleyici birtakım dezavantajları olduğu söylenebilir.

Esas kilit nokta çiftçi problemlerine dair altyapı eksikliğinin olduğudur.

Başarılı bir IPM için gerekli koşullar

Bugün önümüzde IPM’in -en azından taktiksel IPM’in- pestisit kullanımını pratik ve faydalı bir biçimde düşürdüğü örnekler mevcuttur. Tabii söz konusu örneklerin pamuk sulanan çeltik gibi belli başlı ürünler üzerinde yoğunlaştığını görmekteyiz.

Tablo–1 Amerika’nın 12 temel ürünü için kullanılan böcek ilacı ve IPM uygulanma oranlarını göstermektedir.

Tablo–2 ise 1973 yılından beri “pest management” yani “zararlı yönetimi” terimi ile birlikte ürün adının da başlıkta yer aldığı yayınların dağılımına ait bir tablodur.

Görüldüğü üzere tüm yayınların %80’nini sadece 16 ürün oluşturmakta ve bunlarından hemen hemen 1/3’ini pamuk ve çeltik oluşturmaktadır.

Peki, neden bu belli birkaç ürün ve ekosistem IPM’in en çok benimsendiği ürün ve tarımsal ekosistemleri oluşturmakta?

  1. Öncelikle IPM çoğunlukla turunçgil, elma, pamuk, tütün, süs bitkileri, zeytin gibi Pazar fiyatı görece daha yüksek olan ürünler üzerine uygulanmakta. Tahıllar üzerinde -tabii sulu çeltik yetiştiriciliği ve bir kısım mısır yetiştiriciliği hariç- neredeyse yok denilecek kadar az uygulama yapılanmaktadır. Ürünün yüksek Pazar değerine sahip olması ek maliyetleri ve çok önemli zamanı ve tecrübeyi absorbe edebiliyor olmasına yardımcı olmaktadır.
  2. İkinci olarak IPM’in uygulanmakta olduğu tarımsal ekosistemler diğerlerine oranla daha basit, daha az karmaşık yapıya sahiptirler. Genelde büyük alanlarda tek başına yetiştirilen ürünlerdir. Her zaman aynı ürün aynı alan üzerinde yetiştirilmektedir. Tabii bu da zararlı yönünden daha küçük bir çeşitlilik demektir.
    Tabii şu da hoş bir ironidir, bu turunçgil elma gibi meyve bahçeleri pamuk ve çeltik gibi geniş alanlarda tek başına yetiştirilen ürünler -ki bunlar IPM’in nimetlerinden en rahat faydalanabilecek ürünlerken, tek düzen pestisit kullanımından doğan problemlerle en çok başı dertte olanlardır.
  3. Üçüncü ise Bu eldeki örneklerin birçoğu gelişmiş ülkelerde ki uygulamalardır. Özellikle ABD ve CANADA. Şu da açık ki uygulamaların ardındaki güçlü ve sistemli yayım ve araştırma altyapısı burada en önemli rolü oynamaktadır.
  4. Diğer bir önemli neden ise bu ülkelerde ki düzenli ve istikrarlı market yapısıdır.

Bu belli başlı nedenlerin bir arada bulunmasını sağlamak IPM’in benimsenmesi için her ne kadar önemli olsa da, kimi zaman ilk bakışta IPM’in kabul edilebilirliğinin çok uygun olduğu düşünülen tarımsal ekosistemlerde bile sınırlı bir uygulama olan taktiksel IPM’in kabul görmüşlüğü hemen hemen yok denecek kadar az olmasının sebepleri nelerdir?

İlginç bir örnek de Birleşik Kırallık (UK)’ta tarım ürünleri yetiştiriciliğinde kullanılan böcek zarar eşiklerine ilişkindir. Buradaki örneklerin çoğunda IPM için ideal koşullarda mevcuttur.

  1. UK güçlü bir tarım alt yapısına sahiptir.
  2. UK iyi bir yayım ağına sahiptir. (Özel ürün danışmaları, hükümet tabanlı hizmetler, radyo televizyon bilgisayar sistemleri)
  3. İngiliz çiftçileri çok geniş mücadele teknolojilerine erişebilme yetisine ve imkânına sahiptir.(seçici insektisitler de buna dâhil)
  4. Tarım ürünleri geniş alanlarda mono-kültür olarak hatta kimi zaman birçok sezon ardı ardına yetiştirilirler.
  5. Pazar tüm bunlara bağlı olarak istikrarlıdır (UK AB’ye üye bir ülkedir ve bazı ürünler garanti fiyatına sahiptirler).
  6. Çoğu arazi ürünü üzerinde zarar yapan önemli böcek çeşidi görece azdır.
  7. Böceklerin zarar zamanları belirlenmiş ve gerekli bilgiye kolayca ulaşılabilir durumdadır.

Bununla beraber, mücadeleye başlamak için gerekli eşikler belirlenmiştir. Küçük bir not: genelde BILs (biyolojik zarar düzeyi)’ler eşik olarak kullanılmaktadır. Ürüne ve mücadele masraflarına bağlı olarak değişebilen ETs (ekonomik zarar eşiği)’lere ise daha az örnekte rastlanmaktadır.

Birkaç çalışma ortaya koymuştur ki İngiltere’de çiftçilerin birçoğu bitkinin gelişme süresi boyunca zararlıyı gördükleri anda bir sigorta ilaçlaması olarak uygulama yapmaktadırlar.

Peki, buna sebep nedir?

  1. Çiftçiler IPM’de yüksek başarı sağlanmış olduğu söylenen yüksek değerli ürünlerden sadece tek biri ile çalışmamaktadır. Bir diğeri 4–5 farklı değerde ürün yetiştiriyor olabilirler, bunun yanı sıra işletmede diğer üretimlere(süt yumurta et vb.) yönelik çalışmalar yapıyor olabilir. Ayrıca çiftçilik dışı hobi amaçlı ilgilere sahip olabilir. Bu da onların çabalarının ve ilgilerinin birden çok aktivite üzerine dağılmasına ve böcek zararlarının takibi için gerekli zaman ve paranın diğer potansiyel aktivitelerle rekabetini gerektirmektedir.
  2. Uygulamada kullanılacak ilaçların fiyatları ürün fiyatına oranla daha düşüktür ve hatta sadece yüzde bir kaçı kadardır. Tüm bunların ek olarak pestisitler çok etkilidirler ve ihtiyaç olduğunda kullanmak için kolay depolanabilirler.
  3. Böcek zararları İngiltere’de çokta önemli değildirler. Çiftçiler aynı zararlıya karşı birkaç defa ilaç atmaktan ender olarak rahatsız olurlar.

Tüm bunlar sonuç olarak pestisit direncinin bu tarımsal ekosistemlerde düşmesine sebep olabilir. İronik bir başka nokta UK çiftçileri arasında IPM çok uygulanmamıştır çünkü onlar pestisit tekdüzesinden kaynaklı kâbuslarla karşılaşmamışlardır.

Daha ileri bir faktör UK’deki araştırıcılar ETs’lere oranla BILs’ler üzerinde yoğunlaşmışlardır ve eşikler ürün değerindeki ve girdi maliyetlerindeki değişikliklere rağmen aşağı yukarı sabit kalmaktadır. Her ne kadar UK’in AB’ye dâhil olması ile Avrupa’nın sağladığı görece sabit pazar durumunda dalgalanmalar yaşansa da. Aynı zamanda pestisit fiyatları da ürün fiyatlarına bağlı olmaksızın değişmektedir.

UK’deki tarım sektörü ve destek hizmetleri sofistike doğasına rağmen neden ETs’ler geliştirilmemekte ve neden daha yaygın kullanılmamakta?

  1. Pestisitlerin fiyatlarındaki düşüklük ETs’lerin gelişimini engellemiştir.
  2. Bu sektörde çalışan çoğu işçi -ki bunlar çiftçilerin kendisidir- çok elastiki eşikleri uygulayabilecek yetenekte ve tolere edebilecek yapıda değildirler.

Bu tartışmayı buradan taşıyıp kaynak fakiri gelişmekte olan ülkelerdeki çiftçiler üzerine aldığımızda; durumlarının gelişmiş ülkelerdeki çiftçilerden oldukça farklı olduğunu görmekteyiz:

  • Ürünlerin değerlerinin daha düşük olduğu ve bir ailenin bir sezonda bunlardan birçoğunu yetiştirdiğini görmekteyiz.
  • Gelişmiş ülkelerde çiftçiler ürünlerin hemen hemen hepsini satarken, gelişmekte olan ülkedeki çiftçiler ürün getirisinin yüksek olmamasına karşın ürününün bir kısmını sermaye amaçlı kullanmak için ayırmaktadırlar.
  • Pazarlar sezonluk ve değişken niteliktedir.
  • Çiftlik alanları genellikle küçüktür.
  • Çiftçilik harici gelir genellikle çok önemlidir.
  • Araştırma ve yayım hizmetleri yetersizdir. Bilgiler çok net olarak bir defada verilememektedir.
  • Tüm bunlara ek olarak yetiştiricilik sitemleri karmaşık bir yapıdadır ve genellikle aynı alanda birden
  • çok ürün yetiştirirler ki bunda amaç ürün kaybına karşı bir sigorta yerine geçmesidir.
  • Ayrıca pestisitler de pahalıdır ve hatta bazen korudukları ürünün değerinden bile daha yüksektir.
  • İlaçlamalar sırt pülverizatörü ile yapılmakta bununda alış ve işletme maliyeti çok yüksek olabilmektedir. Bu nedenle düşük ilaç kullanımı söz konusudur. Özel Projeler ve devlet uygulamaları hariç.
IPM’in Sosyal ve Ekonomik Boyutu

IPM’in çoğu tanımı içerisinde bitki koruma uygulamalarının sosyal ve ekonomik boyutlarından bahseder. Gerçektende kimileri, kontrol ve yönetim arasındaki ayrımın farkındalığı ile zararlılara bütünsel olarak yaklaşımın doğasının olduğu kadar sosyal içeriğini de düşünün derler. Yine de, sosyoekonomik konuların daha çok bilincinde olmanın IPM’e özel olmadığı veya IPM için gerekli mi olduğu konusu, yoksa standart tarım teknoloji modellerindeki yeniliklerden, yayımından kaynaklı tatminsizlikler nedenli mi olduğu tartışmaya açıktır. Çok ilginçtir ki IPM’in 1970’lerden itibaren yapılan tanımlamalarında sosyal faktörler önemli bir konu olarak görülmekteydi. Kârın hükümdar olduğu, yüksek girdili tarım yapan gelişmiş ülkelerden, IPM in gelişmekte olan ülkelere transferinin doğasındaki tehlike diğer her yeni şeyde (yeni ürün çeşitleri, gübreler, mekanizasyon, vb) olduğu kadardır. Doğasına göre ne çok özel nede hoşnut olunmayacak kadar çok büyük bir tehlikesi yoktur diğerlerinden farklı olarak.

Birçok yazara göre IPM en ekonomik olarak uygulanabilen bitki koruma modelidir. IPM’in ekonomikliği üzerine çiftlik tabanlı yapılan birçok araştırmada pestisit maliyetlerindeki düşüş ve böylece artan net gelir ortaya konmuştur. IPM’in maliyet-fayda dengesi üzerinde sıkça vurgulandığı gibi pestisit miktarındaki düşüş, maliyetin neden düştüğünün ana sebebidir. Ancak bunun ters etkisinin de olacağı gözden kaçırılmamalıdır. Çiftçilerin bitki korumadaki düşük maliyet sebebiyle daha fazla alanda üretim yapmaya yönelmesine ve böylece eğer talep herhangi bir elastikiyet göstermiyorsa genel pazar fiyatında bir düşüş yaşanmasına sebep olabilir.

Gelişmekte olan ülkeler üzerinde IPM’in maliyet-fayda dengesi üzerine yapılmış çok az analiz vardır. Ve bunların çoğu sosyal fayda veya çevresel fayda gibi ölçülmesi zor faydaları içermemektedir. Bu alandaki bilgi eksikliği ve az benimsenmişlik IPM programlarının bir parçası olarak verilmesi şaşkınlık vericidir; çünkü genelde ekonomik kazanç IPM uygulamalarında motive edici faktörlerin en başında yer alır. Diğer bir önemli nokta ise IPM uygulamalarında maliyetin kapsamına nelerin dâhil olduğudur. İlk başta en çok göze çarpan maliyet kullanılan pestisitin maliyetidir ve uygulama eşiklerinin kullanımı bu maliyeti garanti ilaçlamasına göre düşürebilir. Bunların yanı sıra işgücü de bir maliyettir. Ayrıca zararlıların takibinde geçen sürede IPM’in bir parçasıdır. Tabii örnekleme için harcanan sürede diğer aktivitelere daha az zaman ayrılması demektir. Bu aktiviteler bir gelir sağlamak amaçlı olmayabilir. Fakat Çiftçi dinlenmek veya çocuklarıyla vakit geçirmek isteyebilir, böylesi bir durum aktiviteler arasında tercih yapma gereksinimi doğuracaktır Program dâhilinde ziyarete gelmiş sistematik bir bitki koruma uzmanını hüsrana uğratabilir.

Yukarıda da anlatıldığı gibi IPM belirli tarımsal faaliyetler için belirli sosyal, politik, ekolojik, ekonomik durumlara sahiptir. Bir aktivite sosyoekonomik açıdan bakıldığında bazen etkin olurken diğer yönden bakıldığında ise büyük kayıplar meydana getiriyor olabilir. Bu karmaşık yapı IPM’in çiftçi öncelikli bakış açısı konuşulurken dikkate alınmalıdır.

IPM ve Çiftçi Önceliği

Dünyanın neresinde olursanız olun çiftçilerde kendi hayatları olan ve onu sürdürmek zorunda olan insanlardır. Onlarda birçok aktivitede yer alırlar ve almaları da gerekir.

Gerçek bir çifti öncelikli durum, kırsal ekonominin çok geniş bir şekilde, ya hiç ya da dışarıdan gelebileceklerinde sisteme katılabileceği çok az göz önüne alınarak düşünülmesi ile gerçekleşebilir. IPM’i bitki koruma için tek cevap olarak görmek ve çiftçileri bu yönetim rejimin detaylarıyla yönlendirmek, çiftçi öncelikli ideoloji açısından yanlıştır.

Aslında, gelişmekte olan ülkelere IPM’i pazarlamanın merkezinde bir paradoks yatmaktadır. IPM özellikle stratejik formatı en başta ve daima bitki korumanın yüksek teknikli bir şeklidir. Zararlının ekolojisine ve popülâsyonunu sınırlayan faktörlere bağlıdır ve bu bulunduğu yere bağlı olarak değişebilir. IPM’in doğası gereği bilim öncelikli bir yapısı vardır. Bilim birinci, çiftçi ikinci önceliklidir. Yukardan aşağıya doğru eleştirel olarak bakıldığı zaman IPM’in teknik ihtiyaçlarını karşılamanın çok zor olduğu görülmektedir. Pestisit kullanımından kaynaklanan çevresel zararlara yönelik olumlu-olumsuz değişim çiftçinin ilgisine ve isteğine bağlıdır. Çiftçi öncelikli demek ilk önce çiftçi ve onun ailesi üzerinde yoğunlaşılması sonradan geri kalan toplum üzerine düşünülmesi demektir. Toplumu tatmin edebilmek için çiftçiler pestisit kullanımlarını düşürmeleri konusunda teşvik edilmelidir.

Tüm bunlara ek olarak IPM’in başarılı olması için geniş alanlarda uygulanması gerekir. Bu da çiftçilerin karar verirken tek başına değil bir takım halinde çalışması demektir.

Kimin Gündemi

Gerçek IPM ağırlıklı olarak çiftçiye sağlanacak olan bilgiye bağlıdır. Bunu sağlamak ve bunu sosyoekonomik içeriği düşünerek yapmak pratikte çok zor bir iştir. Tehlike bunun şurasında, sahte bağlılık gösterenler buna ulaştığını söylemekte ama gerçekte kaynak ve para değeri konusundaki gerçeklerle bu çalışmaların sadece gerçek IPM’in gölgesinde kalacağını göstermektedir.

Bekli de IPM modelini, zararlılarla mücadelede ideal bir yol olarak görmeli; ancak çok fazla bilgi ve deneyim gerektiren bir model olarak hatırlamalıyız. Bu yolda neden daha az zor ve daha çok kabul edilebilir bir yöntemi kabul etmeye çalışmıyoruz. Daha çok araştırmaya, yayıma, hükümet yardımlarına ve çiftçi birliklerine dair tekrar tekrar yapılan çağrıların gerçek sorunları gizlemekten başka yaptığı hiçbir şey yoktur. Aynı şey IPM’i tekrar tanımlamaya çalışarak daha kabullenilebilinir hale getirmeye çalışmak içinde geçerlidir.

Bunlar gerçek teknik problemleri çözmemekte sadece kelimeler içine gizlemektedir.

Biz şuna inanıyoruz ki, bu evrim genel olarak vasat bir benimsenmeyi hatırlatacak ve IPM terimini diğer dinamiklerden daha çok arzulanır kılma amacını gütmektedir. Bu bakımdan çeşitlilik sağlıklı olmaktan uzak kalmış, altında yatan amacın güçsüzlüğünü ortaya koymaktadır. IPM adını IPM’in gerçek hedeflerine ulaşmaktan çok uzaktaki yansımaları için halen kullanmaktayız

Tahminimizce, IPM masalı, içinde ki en ilginç rol, ne tabanında yatan bilimin ne çiftçilerin ne de yayım acenteleri ve hükümetlerin rolüdür. En büyük rol bilim adamlarınındır. Bu bilim adamlarının bir buluşudur ve yine onun evrimini büyük baskılarla kontrol eden kendileridir. IPM’in çiftçi önceliği sadece kibar bir retoriktir. Bu işin ne kadar zorlayıcı olduğuyla ilgilenmez. Altındaki felsefede bilim adamları tarafından oluşturulmuştur.

Gerçek IPM ise bilim adamlarının empoze ettiği teknik mükemmellikle bitki korumanın ne olması adına hayal edildiğidir. Mükemmellik çok fazla araştırma ister bunu da yapacak olan bilim adamlarıdır. Peki ya onların gündemi çiftçilerin gündemiyle örtüşüyor mu?

Çiftçiler neden bilim adamlarının oluşturduğu bir gündemi takip etmek zorunda olsunlar ki?

Bizim görüşümüz, şu an ki IPM çiftçilerin alt rolleri oynadığı teknoloji öncelikli bir bitki koruma modelidir. Bizse bunun tam tersini önermekteyiz. IPM en iyi yaklaşım olsa da çiftçiyi tek başına bırakmaktadır. Bitki koruma daha geniş bir perspektiften görülmeye ihtiyaç duymaktadır. Sorunların çözümü için yerel insanlarla iletişim çok önemlidir. Çiftçiler merkezde olmalıdır, onların bitki korumaya dair istekleri toplum için iyi olabilir düşüncesi ile ele alınmalıdır. Sonuçta, gereken “tecnocentric” yani teknoloji merkezli değil, çiftçi-toplum öncelikli, yani sosyal merkezli “sosiocentric” bir model oluşturulmasında.

Buradaki kilit nokta şudur; teknik olarak en iyisinin ne olduğundan çok çiftçilerin içinde bulundukları durum göz önünde bulundurularak neyin yapılabilir olduğu üzerine yoğunlaşılması.

Tüm bunların ardından gelişmekte olan ülkelerde bizim gördüğümüz -hoşumuza gitse de gitmese de- toplumsal yansımaları içeren çiftçi merkezli bir entegre mücadele. Bizim aradığımız, teknik mükemmelliğe daha az eğilimli ve çiftçiye ve toplumun geri kalan kısmına yardıma daha çok yönelmiş farklı bir bakış.

IPM çiftçiler tarafından az kabul görmüşlüğü içeren tarihçesinin yanı sıra bilim adamları kanun yapıcılar baskı grupları tarafından benimsenmişliğin çok olduğu bir tarihçeye de sahiptir. Buna karşın baskın bir modeli teknik bir ideal tabanına oturtmanın ve pratikte uygulanacak olan şekli için ön şart koymanın da bir tehlikesi vardır. Ne yazık ki bu yöndeki uyarılar çok azdır ve IPM’in bugün ki durumu nedeniyle artık bir politika haline gelmiş ve baskın durumu halen sürmektedir. Bugüne kadar IPM’e o kadar fazla yatırım yapıldı ki artık kimse onu uzak bir ideal olarak görmek istememekte. Her zaman, IPM için hayal edilenler onu önerenler tarafından düşlenmeye devam edilecek, çiftçiler de onların gündemlerine uyabilmek için onların önerdiği yolu takip edecekler ve bir ideali geçeğe dönüştürmek yolunda hüsrana uğrayacaklar.

İdealin çekiciliği gerçektende çok heyecan verici.

----
Original Name:
IPM in developing countires : the danger of an ideal
Author:
S.MORSE & W. BUHLER School of Development Studies, University of East Anglia, Norwich, UK
Translation:
Orçun GÜRKAN

8 Haziran 2007 Cuma

Organik Tarım Nedir?


Organik tarım yöntemi ile bitkisel ve hayvansal ürün yetiştiriciliği kavramı, sadece organik standartlarda izin verilmeyen pestisit, kimysal gübre, genetiği değiştirilmiş organizma, antibiyotik ve büyüme hormonların kullanılmaması demekten çok daha detaylı bir konudur.

Birçok organik üretim yapan çiftçi, organik sistemin temelinde toprağın bulunduğunu düşünmektedir. Bu görüşlerini de "Sağlıklı toprak, sağlıklı bitkiler ve sağlıklı hayvanlar ve insanlar üretir" cümlesi ile belirtmektedirler. Toprağı, canlı formları ile çeşitli prosesler arası ilişkiye bağımlı, canlı bir organizma olarak tanımlarlar.

Organik üretim sırasında, üretim ekim nöbeti, örtücü bitkilerin kullanımını teşvik edilirken, konukçu / avcı ilişkisinden de faydalanılır. Organik kalıntılar ve çiftliklerde bitki besin maddelerinin tekrar toprağa dönüşü sağlanabilir. Örtücü bitkiler ve kompoze hayvansal gübreler toprak organik maddesinin ve toprak verimliliğinin iyileştirilmesi amacıyla kullanılabilir. Öte yandan ekim nöbeti, geliştirilmiş genetik özellikli ve dayanıklı türlerin kullanılması gibi, böcek ve hastalık zararına karşı koruyucu kontrol metotları kullanılmaktadır. Entegre zararlı ve yabancı ot yönetimi (IPM) ve toprak koruma sistemleri organik tarım açısından çok değerli, önemli araçlardır. Diğer taraftan zararlı mücadelesi amacıyla kullanılabilen organik olarak onaylı ve organik standartlar içerisindeki izin verilen maddeler listesinde "doğal" veya sentetik olmayan pestisitler adıyla belirtilen kimi pestisitlerde organik üretim sırasında kullanılabilmektedir. Bu ürünlerin ulusal veya uluslararası düzenlemelerce özelleşmiş ürün-zararlı kombinasyonu şeklinde kabul edilmiş olmalıdırlar ve sertifikasyon kuruluşları tarafından organik üretimde kullanılabileceği şeklinde onaylanmış olmalıdır. Organik hayvnacılıkta kullanılan tüm besin maddeleri tahıllar, çayır ve protein destekleri mutlaka organik olarak üretilmelidir.

Organik gıda üretimi sırasında çözünürlülüğü yüksek veya sentetik bileşiklerden oluşan mineral gübrelerin, sentetik bilişikli pestisitlerin, büyüme düzenleyicilerin, antibiyotiklerin, hormonların, renklendiriciler ve diğer yapay katkı maddelerinin, ionize edici radyasyonun, rekombinant genetik mühendisliği ürünü bitki ve hayvanların (Genetiği Değiştirilmiş Organizma - GDO)'ların kullanımları yasaklanmıştır. Ayrıca yasaklı bu maddelerin organik ürün yetiştiriciliği yapılan çiftliklerde, organik ürün olarak sertifikalandırılacak olan sezon öncesindeki 3 yıl boyunca kullanılmamış olması gerekmektedir. Bu sürece geçiş süreci denilmektedir. Ancak bu dönemi geçirmiş çiftliklerden elde edilen ürünler organik ürün olarak sertifikalandırıla bilmektedir. Canlı hayvanların organik olarak yetiştirilmiş olamsı ve 100% organik besinlerle beslenmiş olmaları gerekmektedir.

Bazı tarım ürünlerinin organik olarak yetiştirilmesi diğerlerine oranla daha zorlu olabilmektedir. Ancak hemen hemen tüm tarım ürünleri oragnik olarak üretilebilmektedir.



ORGANİK TARIMIN İLKELERİ
Organik tarımın içinden yeşerdiği ve geliştiği kökler (ilkeleri) vardır. Bunlar, organik tarımın dünyaya yapabileceği katkıları, her türlü tarım faaliyetini küresel ölçekte ileriye taşıyacak bir anlayışı ifade ederler. Tarım insanoğlunun en temel, hayati faaliyetlerindendir çünkü hepimizin her gün beslenmesi gerekir. Tarım tarihi, kültürel ve toplumsal değerleri bünyesinde barındırır. Söz konusu ilkeler, insanların besinlerini ve ihtiyaç duyduğu eşyaları üretmek, hazır hale getirmek ve dağıtmak üzere toprağa, suya, bitkilere ve hayvanlara nasıl yaklaştığını, bunları hangi yollarla kullandığını kapsayarak, tarımda engeniş şekilde uygulanır. Bu ilkeler insanoğlunun canlıların yaşadığı çevrelerle nasıl etkileşime girdiğiyle, karşılıklıilişkiler kurduğuyla ve gelecek kuşakların yazgısını nasıl şekillendirdiğiyle yakından ilgilidir. Organik tarımın ilkeleri organik harekete, barındırdığı tüm çeşitliliği gözeterek katkıda bulunmayı, bunu ileriye taşımayı hedefler. Dahası, küresel ölçekte uygulanabilmelerine olanak sağlayacak bir anlayışla sunulmaktadırlar.

Organik Tarımın Kökleri (İlkeleri) şunlardır:
  • Sağlık İlkesi
  • Ekoloji İlkesi
  • Hakkaniyet İlkesi
  • Özen Gösterme İlkesi

Sağlık İlkesi
Organik tarım, yekpare bir birlik içinde olan toprağın, bitkilerin,hayvanların, insanoğlunun veyerkürenin sağlığını korumalı,ileriye taşımalıdır. Bu ilke bireyler ile toplulukların sağlığının ekosistemlerin sağlığından ayrı tutulamayacağına işaret eder; sağlıklı topraklar, hayvanlar ile insanların sağlığını destekleyen sağlıklı ürünler verir. Sağlık canlı sistemlerinin bütünselliği, birliğidir. Bu sadece hastalıklardan arınmak demek değil öncelikle fiziksel,zihinsel, toplumsal ve ekolojik esenliğin korunmasını kapsar. Bağışıklık, esneklik [yeni durumlara uyum] ve kendini yenileme sağlığın temel özellikleridir. Tarımsal üretim, işleme, dağıtım veya tüketim sırasında organik tarımın rolü, topraktaki en küçük canlıdan insanoğluna kadar tüm ekosistemlerin ve organizmaların sağlığını korumak veileriye taşımaktır. Organik tarım sağlığı kollayacak ve esenliğe katkıda bulunacak yüksek kalitede, besleyici gıda üretimini amaçlar. Bu çerçevede, sağlığı olumsuz etkileyen suni gübre, kimyasal ilaçlar ve yemler gibi girdilerin kullanımına karşı çıkar.

Ekoloji İlkesi
Organik tarım canlı ekolojik sistemleri ve döngüleri temel almalı, onlarla birlikte çalışmalı, onlarıkendine model almalı ve onların devamlılığına katkıda bulunmalıdır. Bu ilkeye göre ekolojik tarımın kökleri canlıların ekolojik sistemlerinden güç alır. Üretimin ekolojik süreçlere ve geri dönüşüme dayanması gerektiğini ortaya koyar. Besleme ve esenlik özel üretim ortamlarının ekolojisi ile sağlanır. Örneğin, bitkisel ürün söz konusu olduğunda bu, zengin topraktır; hayvanlar söz konusu olduğunda bu çiftliğin ekosistemidir; balıklar ve deniz canlıları için, su ortamlarıdır. Organik tarım, kırsal ve yaban hasat sistemleri doğadaki döngülere ve ekolojik dengelere uyum sağlamalıdır. Bu döngüler evrenseldir, fakat her bölgede kendine özgü şekilde işlerler. Organik uygulamalar yerel koşullara, ekolojiye, kültüre ve dokuya uyarlanmalıdır. Çevrenin niteliğini koruyarak geliştirmek ve kaynakları muhafaza etmek üzere, malzemelerin ve enerji kaynaklarının tekrar kullanımı, geri dönüşümü ve etkin kullanımı yoluyla, girdi tüketimi olabildiğince düşük seviyede tutulmalıdır.Ekolojik tarım çiftlik sistemlerinin tasarlanması, habitatların kurulması ve de genetik ve tarımsal çeşitliliğin muhafazası yoluyla ekolojik dengeye ulaşmalıdır. Organik ürünleri üretenler, işleyenler, alıp satanlar ya da tüketenler, kırsal alanlar, iklim, habitat, biyolojik çeşitlilik, hava ve su da dahil olmak üzere ortak çevreyi korumak ve yararlandırmak durumundadır.



Hakkaniyet İlkesi
Organik tarım, ortak çevreyi ve yaşamsal olanaklar açısından hakkaniyeti gözeten ilişkiler üzerine kurulmalıdır. Hakkaniyet, gerek insanlar arasında gerekse onların diğer canlılarla ilişkilerinde, ortaklaşa kullandığımız dünyanın eşitlik, saygı ve adil idaresiyle sağlanır. Bu ilke, organik tarımla uğraşanların insan ilişkilerini her seviyede; çiftçiler, işçiler, uygulayıcılar, dağıtımcılar, tacirler ve tüketiciler de dahil bütün taraflarda hakkaniyeti sağlayacak bir tarzda hayata geçirmek durumunda olduklarının altını çizer. Organik tarım herkese iyi bir hayat kalitesi sunabilmeli, gıda güvencesine ve yoksulluğun azaltılmasına katkıda bulunmalıdır. Bu ilke ile kaliteli gıdalar ve diğer ürünlerin yeterli miktarlarda üretilebilmesi hedeflenmektedir.Bu ilke, hayvanlara onların fizyolojileriyle, doğal davranışlarıyla ve esenlikleriyle ahenk içindeki koşulların ve olanakların sunulması gerektiğini ısrarla vurgular. Üretim ve tüketim için kullanılan doğal kaynaklar, toplumsalve ekolojik adaleti sağlayacak şekilde ve gelecek kuşaklar gözetilerek işletilmelidir. Hakkaniyet, şeffaflık içinde adil üretim, dağıtım ve ticari sistemleri ile gerçek çevresel ve toplumsal maliyetlerin hesaba katılmasını gerektirir.

Özen Gösterme İlkesi
Organik tarım, gerek mevcut gerekse gelecek kuşakların ve çevrelerinin sağlığı ile esenliğini korumak üzere, sorumlu, önlemini baştan alan bir yaklaşımla yönetilmelidir. Organik tarım iç ve dış talep ve koşullara cevap veren canlı, dinamik bir sistemdir. Organik tarım uygulayıcıları verimliliği ve üretkenliği artırabilir, fakat bunu gerçekleştirirken sağlık ve esenlik riske atılmamalıdır. Dolayısıyla yeni teknolojiler çok dikkatli bir şekilde irdelenerek ve mevcut yöntemler de elden geçirilerek değerlendirilmelidir. Ekosistemlere ve tarıma ilişkin anlayışların yetersizliği düşünülerek, adımlar büyük bir özen ile atılmalıdır. Bu ilke, ekolojik tarımda uygulamaya, geliştirmeye ve teknolojiye ilişkin seçimlerde baştan önlem almanın ve sorumluluğun temel prensipler olarak görülmesi gerektiğini vurgular. Organik tarımın sağlıklı, güvenli ve ekolojiye uygun şekilde gerçekleşmesini sağlamak için bilim gereklidir. Yine de, tek başına bilimsel veri yeterli değildir. Pratik deneyimler, zamanla oluşmuş bilgelik ve geleneksel, yerel bilgiler; denenmiş, geçerliliklerini yitirmeyen sağlam çözümler sunar. Organik tarım, uygun teknolojilerin uyarlanması ve genetik mühendisliği gibi sonuçları öngörülemez teknolojilerin reddedilmesi yoluyla önemli tehlikelerin önüne geçmelidir. Alınacak kararlar, şeffaf ve katılımcı süreçlerin kullanılmasıyla, tüm tarafların değerlerini ve gereksinimlerini hesaba katabilmelidir.

Derleyen: Orçun GÜRKAN

Kaynaklar: