----------
Çeviri: Orçun GÜRKAN
Tabii şunu da önemli bir not olarak söylemeliyiz ki; IPM in ilk reklâmından etkilenen ne çiftçiler ne de politikacılar olmuştur; ilginçtir ki ilk bilim adamlarına sunulmuş ve inanılamayacak derecede etkili olmuştur.
İlk ortaya konulduğundan sonra 60’lı yıllarda entegre mücadele bitki koruma modelleri içinde en baskın-güçlü model olmuş ve halen bir devlet politikası olarak birçok gelişmiş ve gelişmekte olan ülkede kullanılmaktadır. Her ne kadar IPM gelişmiş ülkelerin yüksek girdili tarımsal sistemi kaynaklıda olsa, gelişmekte olan ülkeler için en uygun bitki koruma sistemi olarak zorla empoze edilmekteydi ki hatta tarihsel geçmişine baktığımızda öyle pekte yüksek denemeyecek bir pestisit kullanımına sahip olmasına rağmen.
Evet, bu konuda gelişmekte olan ülkelerde özellikle pamuk ihracatçısı olanlarının kimi tarım ekosistemleri için yoğun bir pestisit kullanımı düzeninin varlığından söz etmek doğru olsa bile diğer birçok tropiklerdeki tarımsal sistemlerin gelişmiş ülkelerde ki farklılıkları göz önüne alınınca pestisit kalıntısı miktarının minimal düzeyde olduğu görülmektedir. IPM en başından beri bu ülkelerde güçlü bir şekilde pazarlanmış ve kimi durumlarda yardımlarla desteklenmiştir. Bütün bunların ardındaki sebep ise en başta pestisit kullanım sistemini kırmaktır, fakat o kadar ilginçtir ki değinmeden geçemeyeceğiz kimi çiftçiler benzeri tarımsal problemlerle karşılaşmamış hatta ismini bile bilmemesine rağmen IPM adı altında öngörülen tedavileri seve seve kabul etmektedir.
Büyük olasılıkla IPM ’in genelde en çok kabul görme sebebi , “pestisit yönetimi” adı altında pestisit kullanımı azaltmak merkezli görüşlerdir.
IPM’in esasını pestisit uygulamaları için zarar-zararlı eşiklerinin belirlenmesi, çiftçilerin bu eşikleri kullanmasını sağlama ve yayım hizmetleri ile eşik bilgilerinin geniş bir kesime yayılması sağlamak oluşturmaktadır.
Tabii bu görüş IPM in gerçek idealinden uzak olmakla nitelendirilse de onu ortaya atanlar yinede bu ideale sahte bir bağlılık göstermektedirler.
Barfield ve O’Neil bu sözde IPM programlarının arazide son bulan belli sınırları olduğunu ve eşiklerin esnek olmaktan daha çok statik bir yapı sergilediğini ayrıca zararlı izlemenin çok az mevcut olduğunu ortaya koymaktadır.
Barfield ve Swisher, IPM ‘in farklı fikre sahip bir grubunun paydaşları olarak kendilerinin tanımıyla “Düşünce Okulları” başlığı altında 2 alt başlıkta incelemektedir IPM ’i:
2. Stratejik IPM
Taktiksel IPM aslında pestisit esaslı bir yaklaşımdır. Retorikte tüm IPM zararlı-doğal düşman popülasyon dinamikleri, geniş ekosistem bilgisi ve bunların interreaksiyonları gibi ideallerini içerse de, ancak pratikte izlenen yolsa kabaca oluşturulmuş eşiklere göre uygulanan “pestisit yönetimi” olarak göz önüne serilmekte. Tabii ayrıca içerisinde zararlıların doğal düşmanlarını korumak en azından ölüm oranlarını azaltmak amaçlı basit önlemleri de içermektedir. Örneğin; seçici insektisitleri kullanmak veya arazi üzerinde ilaçlanmamış parseller bırakarak doğal düşmanların bu bölgelerde yerleşmesine olanak sağlamak gibi önlemler alınabilir.
Stratejik IPM ise IPM’in (Brader’in 1988 yılında ortaya koyduğu) o gerçek ruhunu daha çok koruyarak derin ve detaylı bir tarımsal ekoloji ve onun bileşenlerinin interreaksiyonları hakkında bilgi birikimine dayalı olarak uygulama yapanları nitelemektedir. Eğer bütün bu bilgiler sağlıklı bir şekilde özümlenirse ancak o zaman tamamlayıcı teknolojilerin uygulanmasının doğru olacağı belirtilmektedir.
Barfield ve Swisher önceki makalelerinden birinde bu stratejik IPM cilerin sayıca çok az olduğunu ve bunlara daha çok 1970’lerde rastlanıldığı belirtmektedirler.
Şöyle de toplanabilir bu anlatılanlar, stratejik IPM hep hayali kurulan hep arzulana şeklidir IPM’in, taktiksel IPM ise stratejik IPM’in detaylı yapısı nedeniyle hep uygulanan şekli olmuştur.
Tabii stratejik IPM ’de ki pestisit kullanımı konusu tartışmaya açık olmakla beraber önceden değinildiği gibi taktiksel IPM’in oldukça basit ve hiç de esnek olamayan eşiklerine karşın Stratejik IPM’in geniş bir ekoloji bilgisi dâhilinde kullanılacak bir uygulama olduğu göz önüne alınmalıdır.
Burada ki tartışma taktiksel yaklaşımın stratejik IPM sistemi içerisinde ki bir kilometre taşı olduğudur. Diğer bir ifade ile üstünlük nihai amaçta değil, oraya nasıl ulaşılacağı yönündedir. Stratejik sistemde geniş bir ekoloji bilgisi üzerine yoğunlaşılmışken, taktiksel sistem ise aynı amaçları benimserken bunu pestisit merkezli olarak görüp “hiç yoktan iyidir” mantık çerçevesinden görmektedir.
Diğer yandan, IPM’i nasıl ele alırsak alalım IPM’in çiftçiler tarafından geniş bir oranda benimsenmediği görülmüş ve bu da konu üzerinde birçok analiz yapılmasına sebep olmuştur. Kimileri gerçek IPM’in doğası gereği, hedefin kendisinin değişmekte olması nedeniyle çok etkili olamadığı konusunda tartışmıştır. Eğer Stratejik-Taktiksel IPM ordinat modelini düşünürsek; stratejik son, tarımsal ekosistemin gelişimine bağlı olarak sürekli olarak hareket etmektedir. Aynı anda taktiksel son ise daha basit istikrarlı bir yapı göstermektedir çünkü belirli bir amacı vardır. IPM yalnızca retorik bir felsefe olmaktan çok pratik olarak uygulanabilir de olmalıdır. Stratejik sonun sürekli hareketli sonu olduğu belki doğrudur ancak ulaşılmak istenen arzular bir sonuç olarak hiçte azımsanamaz.
Bütün bunlara rağmen IPM’in yaygınlaşmamış olması onun içerdiği kimi metotların da başarısız olduğunu göstermez. Bugün sayısız başarılı biyolojik kontrol uygulamalarını ve dayanıklı bitki çeşidi yetiştiriciliği uygulamalarını görmek mümkündür.
Bu gibi örneklerle karşılaştığımızda IPM’in benimsenmesinin az olmasının ardındaki sorunların ne olduğu sorusu kafamızı kurcalamaya başlıyor.
Gelişmekte olan ülkelerde bu yetersiz benimsemenin sebepleri sayısız, çok çeşitli ve kompleks olmakla beraber en yaygın açıklamayla “Pestisit Endüstrisine” yüklenilmekte ve onların hükümetler ve onlara bağlı kurumlar üzerindeki etkileri olarak nitelendirilmektedir. Hatta bu iş “Pestisit Lobisi” olarak adlandırılmıştır.
Bunlardan başka asıl problem yayım ve araştırma aşamasında göze çarpmaktadır. Bilim adamlarının, çalışma koşulları nedeniyle dar bakış açısına sahip olmaları -ki bunun sebebi yayın çıkartmak yönündeki baskılardır- ve aynı düzlemde, IPM bilim adamlarından ve sosyo-ekonomistlerden kurulu geniş bir takım halinde kişisel ve mesleki birikimlerini bir araya getirerek, genelde kabul görmüşlüğü çok az olan, inter-disipliner ve multi-disipliner bir şekilde çalışamamalarıdır. Tüm bunlara ek olarak IPM projelerini organize edecek, planlayacak, yönetecek, koordinasyonu sağlayacak yönetici veya yöneticilere ihtiyaç duyulmaktadır, fakat bilim adamlarının eğitimi genelde yönetim-yöneticilik derslerini kapsamamaktadır.
Gelişmekte olan ülkelerde çiftçilerin genellikle uzlaşılamaz ve yeni fikirlerin kabul etmekte isteksiz oldukları da söylenmektedir. Tabii gerçektende çiftçilerin tutucu ve uzlaşılamaz olup olmadıkları yenilikleri kabullenmek isteyip istemedikleri ayrıca tartışılabilir.
IPM’in karmaşık içsel yapısı kimi zamanlar benimsenmesini sınırlandıran bir faktör olarak ortaya konulmaktadır.
Tüm bu anlatılanlara bakarak, IPM’in, en azından, benimsenmesini ve yaygınlaşmasını engelleyici birtakım dezavantajları olduğu söylenebilir.
Görüldüğü üzere tüm yayınların %80’nini sadece 16 ürün oluşturmakta ve bunlarından hemen hemen 1/3’ini pamuk ve çeltik oluşturmaktadır.
Peki, neden bu belli birkaç ürün ve ekosistem IPM’in en çok benimsendiği ürün ve tarımsal ekosistemleri oluşturmakta?
Bu belli başlı nedenlerin bir arada bulunmasını sağlamak IPM’in benimsenmesi için her ne kadar önemli olsa da, kimi zaman ilk bakışta IPM’in kabul edilebilirliğinin çok uygun olduğu düşünülen tarımsal ekosistemlerde bile sınırlı bir uygulama olan taktiksel IPM’in kabul görmüşlüğü hemen hemen yok denecek kadar az olmasının sebepleri nelerdir?
İlginç bir örnek de Birleşik Kırallık (UK)’ta tarım ürünleri yetiştiriciliğinde kullanılan böcek zarar eşiklerine ilişkindir. Buradaki örneklerin çoğunda IPM için ideal koşullarda mevcuttur.
Bununla beraber, mücadeleye başlamak için gerekli eşikler belirlenmiştir. Küçük bir not: genelde BILs (biyolojik zarar düzeyi)’ler eşik olarak kullanılmaktadır. Ürüne ve mücadele masraflarına bağlı olarak değişebilen ETs (ekonomik zarar eşiği)’lere ise daha az örnekte rastlanmaktadır.
Birkaç çalışma ortaya koymuştur ki İngiltere’de çiftçilerin birçoğu bitkinin gelişme süresi boyunca zararlıyı gördükleri anda bir sigorta ilaçlaması olarak uygulama yapmaktadırlar.
Peki, buna sebep nedir?
Tüm bunlar sonuç olarak pestisit direncinin bu tarımsal ekosistemlerde düşmesine sebep olabilir. İronik bir başka nokta UK çiftçileri arasında IPM çok uygulanmamıştır çünkü onlar pestisit tekdüzesinden kaynaklı kâbuslarla karşılaşmamışlardır.
Daha ileri bir faktör UK’deki araştırıcılar ETs’lere oranla BILs’ler üzerinde yoğunlaşmışlardır ve eşikler ürün değerindeki ve girdi maliyetlerindeki değişikliklere rağmen aşağı yukarı sabit kalmaktadır. Her ne kadar UK’in AB’ye dâhil olması ile Avrupa’nın sağladığı görece sabit pazar durumunda dalgalanmalar yaşansa da. Aynı zamanda pestisit fiyatları da ürün fiyatlarına bağlı olmaksızın değişmektedir.
UK’deki tarım sektörü ve destek hizmetleri sofistike doğasına rağmen neden ETs’ler geliştirilmemekte ve neden daha yaygın kullanılmamakta?
Bu tartışmayı buradan taşıyıp kaynak fakiri gelişmekte olan ülkelerdeki çiftçiler üzerine aldığımızda; durumlarının gelişmiş ülkelerdeki çiftçilerden oldukça farklı olduğunu görmekteyiz:
Birçok yazara göre IPM en ekonomik olarak uygulanabilen bitki koruma modelidir. IPM’in ekonomikliği üzerine çiftlik tabanlı yapılan birçok araştırmada pestisit maliyetlerindeki düşüş ve böylece artan net gelir ortaya konmuştur. IPM’in maliyet-fayda dengesi üzerinde sıkça vurgulandığı gibi pestisit miktarındaki düşüş, maliyetin neden düştüğünün ana sebebidir. Ancak bunun ters etkisinin de olacağı gözden kaçırılmamalıdır. Çiftçilerin bitki korumadaki düşük maliyet sebebiyle daha fazla alanda üretim yapmaya yönelmesine ve böylece eğer talep herhangi bir elastikiyet göstermiyorsa genel pazar fiyatında bir düşüş yaşanmasına sebep olabilir.
Gelişmekte olan ülkeler üzerinde IPM’in maliyet-fayda dengesi üzerine yapılmış çok az analiz vardır. Ve bunların çoğu sosyal fayda veya çevresel fayda gibi ölçülmesi zor faydaları içermemektedir. Bu alandaki bilgi eksikliği ve az benimsenmişlik IPM programlarının bir parçası olarak verilmesi şaşkınlık vericidir; çünkü genelde ekonomik kazanç IPM uygulamalarında motive edici faktörlerin en başında yer alır. Diğer bir önemli nokta ise IPM uygulamalarında maliyetin kapsamına nelerin dâhil olduğudur. İlk başta en çok göze çarpan maliyet kullanılan pestisitin maliyetidir ve uygulama eşiklerinin kullanımı bu maliyeti garanti ilaçlamasına göre düşürebilir. Bunların yanı sıra işgücü de bir maliyettir. Ayrıca zararlıların takibinde geçen sürede IPM’in bir parçasıdır. Tabii örnekleme için harcanan sürede diğer aktivitelere daha az zaman ayrılması demektir. Bu aktiviteler bir gelir sağlamak amaçlı olmayabilir. Fakat Çiftçi dinlenmek veya çocuklarıyla vakit geçirmek isteyebilir, böylesi bir durum aktiviteler arasında tercih yapma gereksinimi doğuracaktır Program dâhilinde ziyarete gelmiş sistematik bir bitki koruma uzmanını hüsrana uğratabilir.
Yukarıda da anlatıldığı gibi IPM belirli tarımsal faaliyetler için belirli sosyal, politik, ekolojik, ekonomik durumlara sahiptir. Bir aktivite sosyoekonomik açıdan bakıldığında bazen etkin olurken diğer yönden bakıldığında ise büyük kayıplar meydana getiriyor olabilir. Bu karmaşık yapı IPM’in çiftçi öncelikli bakış açısı konuşulurken dikkate alınmalıdır.
IPM ve Çiftçi Önceliği
Dünyanın neresinde olursanız olun çiftçilerde kendi hayatları olan ve onu sürdürmek zorunda olan insanlardır. Onlarda birçok aktivitede yer alırlar ve almaları da gerekir.
Gerçek bir çifti öncelikli durum, kırsal ekonominin çok geniş bir şekilde, ya hiç ya da dışarıdan gelebileceklerinde sisteme katılabileceği çok az göz önüne alınarak düşünülmesi ile gerçekleşebilir. IPM’i bitki koruma için tek cevap olarak görmek ve çiftçileri bu yönetim rejimin detaylarıyla yönlendirmek, çiftçi öncelikli ideoloji açısından yanlıştır.
Aslında, gelişmekte olan ülkelere IPM’i pazarlamanın merkezinde bir paradoks yatmaktadır. IPM özellikle stratejik formatı en başta ve daima bitki korumanın yüksek teknikli bir şeklidir. Zararlının ekolojisine ve popülâsyonunu sınırlayan faktörlere bağlıdır ve bu bulunduğu yere bağlı olarak değişebilir. IPM’in doğası gereği bilim öncelikli bir yapısı vardır. Bilim birinci, çiftçi ikinci önceliklidir. Yukardan aşağıya doğru eleştirel olarak bakıldığı zaman IPM’in teknik ihtiyaçlarını karşılamanın çok zor olduğu görülmektedir. Pestisit kullanımından kaynaklanan çevresel zararlara yönelik olumlu-olumsuz değişim çiftçinin ilgisine ve isteğine bağlıdır. Çiftçi öncelikli demek ilk önce çiftçi ve onun ailesi üzerinde yoğunlaşılması sonradan geri kalan toplum üzerine düşünülmesi demektir. Toplumu tatmin edebilmek için çiftçiler pestisit kullanımlarını düşürmeleri konusunda teşvik edilmelidir.
Tüm bunlara ek olarak IPM’in başarılı olması için geniş alanlarda uygulanması gerekir. Bu da çiftçilerin karar verirken tek başına değil bir takım halinde çalışması demektir.
Bekli de IPM modelini, zararlılarla mücadelede ideal bir yol olarak görmeli; ancak çok fazla bilgi ve deneyim gerektiren bir model olarak hatırlamalıyız. Bu yolda neden daha az zor ve daha çok kabul edilebilir bir yöntemi kabul etmeye çalışmıyoruz. Daha çok araştırmaya, yayıma, hükümet yardımlarına ve çiftçi birliklerine dair tekrar tekrar yapılan çağrıların gerçek sorunları gizlemekten başka yaptığı hiçbir şey yoktur. Aynı şey IPM’i tekrar tanımlamaya çalışarak daha kabullenilebilinir hale getirmeye çalışmak içinde geçerlidir.
Bunlar gerçek teknik problemleri çözmemekte sadece kelimeler içine gizlemektedir.
Biz şuna inanıyoruz ki, bu evrim genel olarak vasat bir benimsenmeyi hatırlatacak ve IPM terimini diğer dinamiklerden daha çok arzulanır kılma amacını gütmektedir. Bu bakımdan çeşitlilik sağlıklı olmaktan uzak kalmış, altında yatan amacın güçsüzlüğünü ortaya koymaktadır. IPM adını IPM’in gerçek hedeflerine ulaşmaktan çok uzaktaki yansımaları için halen kullanmaktayız
Tahminimizce, IPM masalı, içinde ki en ilginç rol, ne tabanında yatan bilimin ne çiftçilerin ne de yayım acenteleri ve hükümetlerin rolüdür. En büyük rol bilim adamlarınındır. Bu bilim adamlarının bir buluşudur ve yine onun evrimini büyük baskılarla kontrol eden kendileridir. IPM’in çiftçi önceliği sadece kibar bir retoriktir. Bu işin ne kadar zorlayıcı olduğuyla ilgilenmez. Altındaki felsefede bilim adamları tarafından oluşturulmuştur.
Gerçek IPM ise bilim adamlarının empoze ettiği teknik mükemmellikle bitki korumanın ne olması adına hayal edildiğidir. Mükemmellik çok fazla araştırma ister bunu da yapacak olan bilim adamlarıdır. Peki ya onların gündemi çiftçilerin gündemiyle örtüşüyor mu?
Çiftçiler neden bilim adamlarının oluşturduğu bir gündemi takip etmek zorunda olsunlar ki?
Bizim görüşümüz, şu an ki IPM çiftçilerin alt rolleri oynadığı teknoloji öncelikli bir bitki koruma modelidir. Bizse bunun tam tersini önermekteyiz. IPM en iyi yaklaşım olsa da çiftçiyi tek başına bırakmaktadır. Bitki koruma daha geniş bir perspektiften görülmeye ihtiyaç duymaktadır. Sorunların çözümü için yerel insanlarla iletişim çok önemlidir. Çiftçiler merkezde olmalıdır, onların bitki korumaya dair istekleri toplum için iyi olabilir düşüncesi ile ele alınmalıdır. Sonuçta, gereken “tecnocentric” yani teknoloji merkezli değil, çiftçi-toplum öncelikli, yani sosyal merkezli “sosiocentric” bir model oluşturulmasında.
Buradaki kilit nokta şudur; teknik olarak en iyisinin ne olduğundan çok çiftçilerin içinde bulundukları durum göz önünde bulundurularak neyin yapılabilir olduğu üzerine yoğunlaşılması.
Tüm bunların ardından gelişmekte olan ülkelerde bizim gördüğümüz -hoşumuza gitse de gitmese de- toplumsal yansımaları içeren çiftçi merkezli bir entegre mücadele. Bizim aradığımız, teknik mükemmelliğe daha az eğilimli ve çiftçiye ve toplumun geri kalan kısmına yardıma daha çok yönelmiş farklı bir bakış.
IPM çiftçiler tarafından az kabul görmüşlüğü içeren tarihçesinin yanı sıra bilim adamları kanun yapıcılar baskı grupları tarafından benimsenmişliğin çok olduğu bir tarihçeye de sahiptir. Buna karşın baskın bir modeli teknik bir ideal tabanına oturtmanın ve pratikte uygulanacak olan şekli için ön şart koymanın da bir tehlikesi vardır. Ne yazık ki bu yöndeki uyarılar çok azdır ve IPM’in bugün ki durumu nedeniyle artık bir politika haline gelmiş ve baskın durumu halen sürmektedir. Bugüne kadar IPM’e o kadar fazla yatırım yapıldı ki artık kimse onu uzak bir ideal olarak görmek istememekte. Her zaman, IPM için hayal edilenler onu önerenler tarafından düşlenmeye devam edilecek, çiftçiler de onların gündemlerine uyabilmek için onların önerdiği yolu takip edecekler ve bir ideali geçeğe dönüştürmek yolunda hüsrana uğrayacaklar.
İdealin çekiciliği gerçektende çok heyecan verici.
Ben Orçun Gürkan,
A. KIMLIK, HAK ve ÖZGÜRLÜKLER
Birey olarak kendimi: "Modern, çağdaş, bağımsız ve laik Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin özü olan Atatürk İlke ve İnkılaplarina bağlı, adil ve özgür bir Türk Vatandaşı" olarak tanımlıyor ve bu kimlik dışındaki hiçbir sıfat ve tanımlayı kabul etmiyorum.
İnancım, "Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin bağımsız ve bölünmez bütünlüğü"dür. Bağımsızlığın ve bütünlüğün korunmasının, mensup olduğum millet ve milleti oluşturan bireylerin sorumluluğu olduğuna inanır; bu gerçege ancak öz değer ve kültür zenginliğimizin yaşatılması uğurunda emek sarf ederek ulaşılacağına inanırım.
Yüzyıllar boyunca dünya coğrafyasının farklı noktalarında medeniyetler kurmuş, geçtikleri tüm topraklar üzerinde yaşayan toplumlarla yakın temas kurarak, onlarla bir olmuş, sahip oldukları kültürel, bilimsel ve toplumsal zenginlikler ile medeniyetini geliştirmiş ve bu kültürlerin tarih boyunca kendi içerisinde yaşamasına, yaşatılmasına her daim izin vermiş, onların en onemli koruyucusu olmuş; bir tek değil bir sürü kültürü, medeniyeti içerisinde bulunduran Türk ırkına mensup olduğumu ve bu ırka mensup herkesin de soydaşım olduğunu kabul ediyorum.
Diğer taraftan, Türkiye Cumhuriyeti Devleti sınırları içerisinde veya dışarısında Vatandaş kimliğine sahip herkesin bu ülkenin bir parçası olduğunu, etnik farklılıkların ülkenin kültür mirası olduğunu kabul ederim. Bu zenginliğin gurur verici olduğunu, bu çeşitliliğin korunmasının birlik ve beraberliğin korunması anlamına geldiğine inanıyorum.
Ülkem için değişimin, yalnızca üzerine kurulduğu temellere sadık kalarak, bizleri daha öteye taşıyacak olanının gereğini ve doğruluğunu savunurum. Değişimin ve gelişimin gerekli olduğuna, ve sürekli kılınması husunda üzerime düşen sorumluluğun farkındayım.
Sahip olduğum tarihin öneminin bilincinde olarak, tüm gerçekleriyle barışık, hakkında yapılan tüm hakaretler ve asılsız eleştirilerin ise karşınsındayim. Diğer taraftan söz konusu hakaret ve eleştiri sahipleri ile tartışmaya açık ve aksini kanıtlamadıkları sürece iddalarının gerçek dışılığını kanıtlamak üzere mücadele etmenin önemine, gerektiğinde de bu gerçeklerle yüzleşmenin onurlu bir davranış olduğunun inancındayım.
Her milletin hak ettiği gibi yönetildiğine inanır ve hak ettiğim özgürlüklerin ve değerlerin elimden alınmasına, yıpratılmasına, kısıtlanmasına karşı tüm varlığım ile karşı çıkacağıma söz veririm.
Ülkem vatandaşı olan, bununla gurur duyan herkesin, eşit hak ve özgürlüklere sahip olduğunu kabul eder ve onlarin haklarının korunmasının benim sorumluluğum olduğunu bilirim. Ancak; Ülkemin, Toprağımın, Kültürümün, Zenginliğimin ve Öz Değerlerimin varlığını tehdit edenlerle mücadelenin sonuna kadar sürdürülmesinin gereğine ve gerektiğinde söz konusu şahısların bazı vatandaşlık haklarının ellerinden alınmasının son derece adil bir davranış olduğuna, keza ulusal değerleri ve vatandaşlık kimliğini red ederek, kendilerine sağladığı özgürlükleri kaybetmelerinin sorumlusunun yine kendileri olduğuna inanırım.
Ülkemin geleceğinde yalnızca bu milletin söz hakkı olduğuna ve bu sürece dışarıdan müdahil olmak arzusunda olan ve kendinde buna patavatsızca hak görenlereyse gerektiğince hadlerinin bildirilmesin uğruna gereğini yapacağima söz veririm. Söz konusu patavatsızların avukatlığını yapan, onlardan medet uman ve onların söylemlerini kendine söylem edinen, kişisel çıkarları uğruna ülkenin geleceğini, bütünlüğünü ve öz değerlerini hiçe sayanlara da hak ettikleri gibi davranacağıma söz veririm.
Uluslararası birlikteliğin, karşılıklı anlayış ve hoşgörünün küresel barışın temeli olduğuna ve bu barışın korunmasının esas olduğuna inanırım. Kendi milletim dışındaki milletlerin, kültür, değer ve inançlarına saygı göstermenin erdemlerin en büyüğü olduğunun bilincindeyim.
Ülke olarak belirlediğimiz hedeflere ulaşırken ikinci ve üçüncü taraflarlarla kurduğumuz ortaklıkların beraberinde getirdiği yükümlülüklerin gereğini hakkıyla, adil, eşit ve dürüst bir şekilde yapacağıma söz veririm. Ancak süreç boyunca karşı tarafın da aynı davranışları sergilememesi, haddini aşarak beni yönetmek, egemenliği altına almak, onurumu kırmak istemesi durumunda kendilerine gereken cevabı vermek konusunda cesur olacağıma söz veriririm.
Yukarıda saydıklarımı özetleyerek, şunu bildirmek isterim:
Ülkemin refahı, bağımsızlığı ve bütünlüğü uğuruna sorumluluk almayı ve sonuna kadar bu uğurda mücadele etmeyi kabul ederim.
B. DOGA ve INSAN
İnsan ve doğanın birbirlerinin ayrılmaz parçaları olduğuna, birbirlerinden kopuk tanımlanamayacağı ve varsayılamayacağını kabul ederim. Doğanın kendisinde meydana gelen değişiklerin doğrudan insanı ve toplumları etkilediğini, aynı şekilde bireylerde ve toplumlarda izlenen değişiklerinse doğayı etkilediğini kabul ederim.
Dünya üzerinde varolan Biyo-çeşitliliğin ve doğal kaynakların, tüm insanlığın ortak mirası olduğuna ve bu mirasın korunması ve sürdürülebilir kullanımının tüm bireylerin ortak sorumluluğu olduğuna inanırım. Dolayısıyla; doğanın sunduğu kaynakların ve biyolojik çeşitliliğin bizlere sunduğu bütün fırsat ve olanakların, tüm insanlığın ortak çıkarına hizmet edecek şekilde eşit ve adil bir şekilde değerlendirilmesi gerektiğine inanırım.
Doğanın ve sunduğu kaynakların, şahısların veya toplumların malı değil, tüm insanlığın ortak değerleri olduğunu savunurum.
Öte yandan, bireysel ve toplumsal olarak yapılan fazla ve gereksiz tüketimin, hem doğanın hem de insalığın zarar görmesine, yıkılmasına ve sonunda da yok olmasına sebep olacağının bilincindeyim. Birey olarak, kişisel tüketim alışkanlığımı kontrol altına alacağıma söz veririm.
Diğer taraftan tüketim alışkanlığımın küresel politikaların belirleyicisi olduğunun bilincinde olarak, doğanın ve kaynaklarının sürlebilir kullanılması ve insanlığın refahının sağlanması adına etik ve adil bir tüketici olacağıma söz veririm.
23.05.2008, Helsinki